Eskişehir

Herkese merhaba, yeni bir geziyle uzun süredir yazamadığım bloga geri dönüş yapıyorum :) Rotamız Eskişehir.. Uzun süredir görmek istediğim bir yerdi Eskişehir, Umut'un izin aldığı bir hafta 1 gece konaklamalı 2 gün Eskişehir seyahati yapalım dedik; bir sabah akşamdan hazırladığımız sandviçlerimiz ve sıcak çaylarımızla yola koyulduk. 

Yaklaşık 3-3,5 saat süren yolculuktan sonra Eskişehir'deki ilk durağımız, benim de görmeyi heyecanla beklediğim Sazova Parkı'na vardık. Sazova Parkı'nı masal şatosundan bilirsiniz, tam adı Bilim, Sanat ve Kültür Parkı olarak geçiyor. Biz hafta arası gittiğimiz için park oldukça boştu, biz de fotoğraf makinelerimiz elimizde sonbahar renklerinin tadını çıkararak parkı gezdik :)

Parkın içinde Masal Şatosu, Korsan Gemisi, Uzay Evi, Akvaryum gibi pek çok bölüm bulunuyor. Akvaryum girişi sadece 5 TL, hayvanat bahçesi henüz faaliyete geçmemiş ne yazık ki... Akvaryuma gelince, İstanbul'daki akvaryumlardan herhangi birine gittiniz mi bilmiyorum ama bu akvaryum oldukça küçük, yarım saatte gezebiliyorsunuz. 


Akvaryum'dan çıktıktan sonra Uzay Evi'ne doğru gittiğimizde de bu renkli kareleri yakaladık. 


Yol yorgunluğu ve sabahki sandviçlerin gezen bünyedeki etkisi kaybolmaya başlayınca miss gibi çay eşliğinde gözleme lüplettik Umutla, bilgi için söylüyorum parkın içerisinde çi börek yiyebileceğiniz bir yer yok, o yüzden çi börek kısmını akşama bırakırız diyip gözlemeye yumulduk :) (Not: çibörek diye yazılıyor Eskişehir'de yanlış yazmadım yaniii)




Gözleme keyfinden sonra bana gel bana gel diyen Masal Şatosu'na doğru giderken Korsan Gemisi'ne uğradık. Yapay gölet üzerinde yapılmış bir gemi, sadece 2 TL vererek içini gezebilir, yapay göletin ve gemiden görünen Masal Şatosu'nun tadını çıkarabilirsiniz.





Korsan Gemisi'nden sonra Masal Şatosu'na doğru yürümeye başladık. Bu arada gittiğimiz tarih Kasım'ın 2.haftası, şansımıza hava çok güzeldi, sweatshirt üzeri yelek ile bütün günü geçirdik ama akşam için mutlaka daha sağlam bişeyler giyilmeli, zira tam bir karasal iklim özelliği ile karşılaşıyorsunuz güneş batınca :) Çok üşüyen biriyseniz eldiven, atkı, bere ihtiyacı bile duyulabilir. 






Masal Şatosu önünde bu pozları verdikten sonra içeri girdik, içerisi daha da tatlıydı, buranın tadını çıkarmak için çocuk olmanıza gerek yok ;) Çocuklu gezginler içinse içeride çocuklara özel programlar var saatli olarak, bunlardan birine katılabilirsiniz. 

Hediyelik eşya mağazası, kitapçı, en sevdiğim ıvır zıvırcılar :) Şatonun kapısından adım attığınız anda bir çocukluk geliyor insanın üstüne, her yerde renkli renkli objeler, masal kahramanları; diyorum ya çocuk olmaya gerek yok, girin ve tadını çıkarın :)








Yukarıda şatonun kafesi var, çocukluğumuzun kahramanları Pamuk Prenses, Pinokyo vb ile oturup kahve içebilirsiniz; ya da bizim yaptığımız gibi parkın içerisinde bulunan kafelerden herhangi birinde bu manzaraya karşı keyif yapabilirsiniz, tercih tamamen size kalmış... Biz kahvemizi Kocatepe Kahve Evi'nde içtik, hatta kahve o kadar iyi geldi ki, ben ikinciyi bile içtim ;)

Yeri gelmişken bir dipnot düşüvereyim hemen; Eğer bizim gibi içme suyuna karşı hassassanız gezerken yanınızda içtiğiniz suyu bulundurun derim, Eskişehir'in suyu "Kalabak" (ben suyun tadı olduğu düşüncesine sahip olanlardanım, zaten az su içtiğimden dolayı da ulaşabileceksem eğer istediğim suyu içmeyi tercih ediyorum)




Hadi artık çıkalım dediğimizde öğleni çoktan geçmiştik, amaan canım bir park diyip geçmeyin en az yarım gününüzü ayırın; kaldı ki çocuklu aileler için, şato içindeki gösterilere katılacaksanız biraz daha fazla zaman ayırmanızı tavsiye ederim. Parktan çıkmadan bir dip not daha düşeyim; biz fotoğraf çekmeyi sevdiğimizden parkı yürüyerek gezmeyi tercih ettik ama dilerseniz sağ tarafta göreceğiniz üzere, parkın içinde minik trenlerle de istediğiniz yere gidebiliyorsunuz... O gördüğünüz beyaz yer de istasyon oluyor :)


Eskişehir'de bir sonraki durağımız ilk Türk Otomobili Devrim... Türkiye Lokomotif ve Motor Sanayi şirketi  TÜLOMSAŞ'ta ziyaretçilerini bekliyor. Güvenlik eşliğinde girdiğiniz fabrikanın bahçesinde cam bir vitrin içinde sergileniyor. 1961 yılında üretilen Devrim'in hikayesine bu linkten ulaşabilirsiniz.



Devrim'i de gördükten sonra istikamet Odunpazarı... Bu bölge 2012 yılından bu yana UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alıyor, restore edilmiş eski ve renkli evlere, bir çok müze, butik otel ve hediyelikçi dükkanlarına ev sahipliği yapıyor. 


Bu bölgede yer alan yapılardan birkaçını şöyle sıralayabilirim; Kurşunlu Cami ve Külliyesi, Osmanlı Evi, Lületaşı Müzesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Cam Sanatları Müzesi, Balmumu Müzesi... 

Özellikle Balmumu Müzesi ve Atlıhan El Sanatları Çarşısı'nı mutlaka görün derim. Balmumu Müzesi'nde birkaç alan bulunuyor. Osmanlı Padişahları, Kurtuluş Savaşı dönemi, sanat ve sinema dünyası fenomenleri oldukça başarılı; yerli Madam Tussaud. 



Artık acıktık dimi :) İşte size Odunpazarı'na gidip te yemeden dönerseniz küseceğim bir yer söylüyorum size... Köfteci Ahmet, memlekette klasiktir, herkes köfte yapar, kendine göre bir şekil verir, o köfte oranın köftesi olur... Bu köfte normal ızgara köfte olmadığından mıdır yoksa biz çok aç olduğumuzdan mıdır bilmiyorum ama gerçekten bi farklıydı. Köfteci Ahmet salaş bir yer, salaş yerlerin ve hatta pis yerlerin yemekleri ayrı bir lezzetli olur, yalan yok. Girdik bir masaya çöktük, yüzümüz artık kireç olmuş açlıktan, yalandan bir tane salata geldi ortaya bir kıvırcık salata üstünde bir kaç havuç rendesi... "Balaban" köfte siparişlerimizi verdik bekliyoruz, bir yandan açlıktan gelen ekmeği tırtıklıyoruz. Ben çaktırmadan yan masadakilere ne yiyorlar diye bakıp ağzımın sularını siliyorum, o derece acıkmışım yani :) Ve beklenen son... İşte karşınızda Balaban köfte

  
Köftemizi yedikten sonra Köfteci Ahmet'in hemen karşısında girişi olan Atlıhan El Sanatları Çarşısı'na geçtik, içinde sıralı dükkanların olduğu, ağırlıklı lületaşı ve cam sanatlarının satıldığı minik bir han. 

Atlıhan El Sanatları Çarşısı
İçimizin en çok kaynadığı cam sanatları dükkanına girdik, fotoğrafta gördüğünüz bey bizzat kendi yaptığı ürünleri satıyor dükkanda. Ama maalesef el emeği göz nuru sanatının artık yeterince ilgi görmemesi ve herşeyin fabrikasyon olduğu bu dönemde ülkeyi terkedip yurtdışına yerleşmeye karar vermiş :( Bu güzel, ışıl ışıl dükkandan kendimize hediyelerimizi alıp çıktık. 


Hızlandırılmış Eskişehir turu yapmamızdan ve aslında daha günün sabahında İstanbul'da uyanmamızdan dolayı artık yorgunluk çökmeye başlamıştı. Yola çıkarken zaman kısıtımız olmadığı için iki gün rahat rahat gezeriz demiştik ama aslında güneş battığında Eskişehir'de tek gezmediğimiz yer Adalar Bölgesi'ydi. Biraz dinlenelim bir de akşamın ayazına hazırlanalım diye otelimize gittik.

Gitmeden önce de Eskişehir'in meşhur met helvasından aldık, denemelik :) bildiğin saray helvası bir nev'i pişmaniye. Ama satan amca nasıl da hoşuma gitti, şöyle anlatıyım, iki tür paket vardı biri janjanlı, biri de fotoğrafta gördüğünüz gibi. Bizim aldığımız gram olarak daha fazla ama fiyatı daha uygun; diğeri de birine götürmek istersiniz diye afilli kutuya konuşmuş ama gramın çoğunluğu kutuya gitmiş olan paket. Amca "çocuklar kendinize alıyorsanız bu paketi alın hem daha ucuz hem daha fazla" diyince acaba yanlış mı duydum diye bir an duraksadım. Öyle ya biz İstanbul'da az grama çok para vermeye alışmışız, kimse de bize "çocuum bunu al" dememiş :) Ahh ahh memleketimin güzel insanları :)

Otelden bahsediyim bu arada; biz İzmir'den de tanışıklığımız olduğu için Anemon'da kaldık ama tercihimizi yanlış yapmışız. Kesinlikle yanlış anlaşılmasın, otel pırıl pırıl, hizmet iyi; sadece şehir merkezine uzak. Akşam turunda başka bir otele gözümüz çarptı, o da Amsterdam'da kaldığımız Ibis Otel zincirinin oteli. Heeeeer yere yürüme mesafesinde, lokasyon olarak 10 numara. Şunu da dipnot olarak belirtmeliyim ki, Ibis zincirlerinde sabah kahvaltısı yok ama Eskişehir'de İstanbul'a göre bedava sayılabilecek bir ücrete çatlayana kadar yiyebilirsiniz. 

Neyse, biz akşam için hazırlığımızı yaptık, yeniden çıktık otelden; gelmeden önce çiböreği nerede yiyebileceğimiz hakkında 1-2 ufak fikrimiz vardı, Papağan'ı tercih ettik. Biraz fazla yağlı geldi bize, bu arada bir porsiyonda 5 tane geliyor, o yüzden sipariş verirken dikkatli olun; biz 1 porsiyonu bölüştük Umut'la... (O sırada Balaban köfte hala midemizdeydi)

Çiböreğimizi yedikten sonra Eskişehir'in en bilinen ve trafiğe kapalı olduğu için rahat rahat yürüyebileceğiniz iki caddesi olan "İki Eylül Caddesi" ve "Doktorlar Caddesi"nde bir tur attık. Tramvayın geçtiği bu iki caddede çeşitli mağazalar ve restoranlar bulunuyor. 

Saat ilerledikçe hava sıcaklığı iyice düşmeye başladı, bir sıcak çay olsun, bir kahve olsun aramaya başladık. Sakarya'nın en uzun kolu olan Porsuk Çayı etrafında yürürken sağlı sollu bir sürü kafe var, burası zaten gençlerin bol bol takıldığı bir yer. Mutlaka oturun kafelerden birine, gelen geçeni seyredin, çayınızı yudumlayın; Eskişehir'in dost canlısı insanlarıyla konuşun...



Vaay be Eskişehir'i bir günde gezdik bitti derken benim aklımda hala bir yer vardı, Haller Gençlik Merkezi... Burası eski zamanlarda hal olarak kullanılmış ama artık içerisinde hediyelik eşya dükkanlarının, kafe ve restoranların olduğu bir yer. Fotoğraflarını da görmüştüm, gitmezsem eksik kalırdı.







Bu arada okuduğum başka birşey daha vardı burayla ilgili, daha doğrusu burada olan bir yerle ilgili. Mazlumlar Muhallebicisi, su muhallebisinin en güzel olduğu yer diye bahsedilmişti çoğu yerde. Normalde de su muhallebisini pek sevmem ben, hele o gülsuyu kokusunu 1 km öteden falan alırım, burnumu yakar... Ama bu sefer bu yorumlarımın tamamını bana unutturan bir su muhallebisi yedim, enfesti.. Tadı damakta kalacak cinsten, muhallebicinin sahibi de çok tatlı bir beyefendiydi; yabancı olduğumuz belli tabii, hemen bir İstanbul konuşması başladı.




O anda şunu yeniden farkettim ki, İstanbul insanın ümüğünü sıkıyordu; kurumsal hayatı bırakıp kendi işimi yapmama rağmen, yani artık daha fazla zamanım olmasına rağmen, İstanbul'da yine de yürümek yerine koşuyordum... O yüzden arada bir ufak kaçamaklarla o yorgunluğu atmalısınız derim ;)




Biz Eskişehir'i bu güzel karelerle bitirip yola koyulduğumuzda, "ya burası kar yağınca da çok güzel olmaz mı" diye Eskişehir'e bir daha gitme planlarının tohumlarını atmış olduk. Bu kış olur mu bilmem ama Eskişehir'e bir daha gidersek eğer, biraz öğrenci gibi yaşamayı isterim doğrusu. Eskişehir, hele akşam olduğunda, tam bir kampüse dönüşüyor; her yerde öğrenciler, bizde de gezerken "burda öğrenci olsaymışız ne güzel olurmuş kafaları" ve barın kapısında hala unutmadığım o not... İki bira+bir patates 15 TL. 


Biz kiii, o 2 bira 1 patates için en az 50 TL'yi masaya koyan insanlar... Bir an biraznın biralığından, patatesin de patatesliğinden şüphelenmedim değil ama etrafta baktığımda notların çoğunun aynı olduğunu gördüm. Çünkü biz aslında bir üniversite şehrindeydik ve orası üniversiteliler için bugüne kadar hazırlanmış en güzel kampüstü :) Seni sevdik Eskişehir, yeniden geleceğiz ama bu sefer trenle :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder