İzmir

Soğuk ve yağmurlu bir İstanbul mesai bitiminde göründü bize İzmir yolları... Umut'un işi nedeniyle İzmir'e yazılmıştı kaderimiz, sevinsem mi üzülsem mi bilemedim, hayatımda ilk defa İstanbul dışında bir yerde yaşayacaktım... Tüm arkadaşları, dostları, düzeni geride bırakıp yeni bir şehre, yeni bir hayata merhaba diyecektik... 

Korkuyor muydum? Evet... Yenilikleri, değişiklikleri sevmeme rağmen ve hatta özgür ruhuma rağmen başka bir şehirde yaşam beni korkutuyordu. İstanbul'a aşıktım ben... Gezer, tozar, tatilimi yapar yine kuzu kuzu dönerdim İstanbul'a... 

Umut 6 Ocak'ta yeni görevi için İzmir'e gitti, ben 16 Mart'ta... Hiç ayrı kalmamıştık evlendiğimizden beri, benim gidişim hiç olmayacak gibi geliyordu. Bu süre içinde her haftasonu İzmir-İstanbul arası mekik dokuyorduk...

Zaman hızla aktı gitti ve 17 Mart sabahına yepyeni bir hayatta uyandım... O hafta izinliydim, kendimce İzmir'i öğrenmeye çalışacaktım, zaten bildiğim yerler sınırlıydı... İlk hafta benim için tam bir kabus oldu, 3. günümde trafik cezası yedim, kartımı atm'ye yutturdum ve İzmir'in beni asla sevmeyeceğine inanmaya başladım...

Bir süre sonra İzmir'de kazandığım dostlarla birlikte İzmir daha güzel gelmeye başladı bana... Şu an İstanbul'dayım ama İzmir bana bir çok şey öğrettiği için de minnetarım... Hala yeşil kalan topraklar varmış bu ülkede, insanlar stressiz yaşayabiliyorlarmış, trafik sorunu olmadan araba kullanılabiliyormuş, sebze-meyveyi üzerinde toprağıyla dalıyla satın alabiliyormuş...

 
Her sene gitmek için yalvardığım Alaçatı aslında sezon açılmadan daha güzelmiş, yazın gittiğimde sadece İstanbul'dan uzaklaştığım için mutlu gibi davranıyormuşum, çünkü bütün İstanbul zaten Alaçatı'daymış...
İzmir Alaçatı'dan ibaret değilmiş sadece mesela onu öğrendim... İzmir'in içi de ayrı bir güzelmiş, Kızlarağası Hanı'nda bir acı kahve içmeden, Kemeraltı'nı gezmeden, Saat Kulesi önünden geçmeden İzmir'i bilemiyormuş insan...



Şimdi İzmir'i yazmaya nereden başlıyım hiç bilmiyorum, 8 ayım İzmir'de geçti, 2 haftada 1 İstanbul'a gelmelerimiz yaz sezonu açılınca ayda 1'e düştü, sonra amaaan kışın nasolsa daha çok gideriz diyip daha da aza indirdik İstanbul'a gelmeleri :) İyiki de öyle yapıp İzmir'in tadını daha çok çıkarmışız diyorum şimdi...


İzmir'de Karşıyaka'da yaşadık, 35,5'tuk yani... Hala bir tarafım Karşıyakalı...

İzmir'e gelen herkese yaptığımız tur programı şuydu... Dario Moreno Sokağı ve Tarihi Asansör, Kızlarağası Hanı'nda kahve, Saat Kulesi ve Kemeraltı 4'lüsünden oluşan mini İzmir turu...

Tarihi Asansör İzmir'i tepeden Göztepe'den Karşıyaka'ya kadar görebildiğiniz ve mutlaka gitmeniz gereken bir yer.. Yukarıda bir cafe var ama hiç orada oturmadım açıkçası, İzmir'i seyredip, fotoğrafımızı çekip indik aşağıya...



Sonraki rota Saat Kulesi, haftasonuysa önünde tam bir mahşer kalabalığı oluyor, kuşlara yem atanlar, işi nedeniyle oradan gelip geçen insanlar... Saat Kulesi'ni gördükten sonra Kemeraltı'na doğru yürüyün... Kemeraltı, İstanbul'un Eminönü- Tahtakale'si diyebilirim, hele içerilere doğru daldınız mı kayboluyorsunuz... Ben kayboldum oradan biliyorum :)

Kızlarağası Hanı'nda soluklanmak için durun bir acı kahve için, hanın içini gezin... Antikacılar, naftalin kokusuyla içeride sizi bekliyor. Hanın üst katı da var, oraya da uğrayın mutlaka...


İzmir'e gelmişken kumru yemezseniz İzmir de küser size kumru da... Kumrucu Şevki'ye gidin ve şu siparişi verin... Karışık ve sayaslı... İzmirliler'in kendine özgü bir dili var bilirsiniz, çekirdeğe çiğdem, simide gevrek, mısıra darı, leblebiye nohut derler... Sayas dediğimiz de bildiğiniz üçgen peynir... İzmir'in her köşesinde bulabilirsiniz Kumrucu Şevki'yi ama kesinlikle Alsancak'takini tavsiye ediyorum, tavsiye ederken de ağzımın suyunu siliyorum şu anda :)


Midede hala yeriniz varsa, İstanbul'da artık biten pastane kültürünün hala yaşadığı ve mükemmel lezzetleri olan Reyhan ya da Sevinç Pastaneleri'nden birine gidin, rokoko yiyebilirsiniz mesela (yine bir akan ağız suyu silme molası)

Alsancak tarafında yediklerinizi eritmek için Gül Sokak istikametine doğru gidebilirsiniz. Küçük Nişantaşı diyebileceğimiz tüm mağazaların, cafelerin olduğu yer...



Hadi artık Karşıyaka'ya geçelim en nihayetinde ben Karşıyakalıyım :) Araba falan değil, vapura binin, denizin, İzmir manzarasının tadını çıkarın. Bir dipnot: İzmir'de taksi pahalıdır, mümkün olduğunca binmeyin; belediye otobüslerine dikkat edin, her an altında kalabilirsiniz :)

Karşıyaka'da iki iskele var, Karşıyaka ve Bostanlı... Karşıyaka'da inin ve iskelenin hemen karşısından yukarı doğru yürüyün, Karşıyaka Çarşı burası... AVM kültüründen uzak, sağlı sollu dükkanlar var. Yaa o kumruyu yedikten sonra üstüne birşey yenmez ama en azından yerini bilin diye yazıyorum. Karşıyaka İskelesi'nden yukarı doğru çıkarken bir ya da ikinci sağa girdiğinizde bir kokoreççi var orada, İzmir kokoreçi İstanbul'a göre değişik, baharat yemiyorsunuz bir kere... Tadına varıyorsunuz kokoreçin, ben sevmem ama aynı yerde söğüş de yapıyorlar... Başka bir seçeneğiniz de midyeye gömülmek olabilir :)


Bostanlı'da ise yine aynı şekilde ufak bir çarşı var, onun dışında Karşıyaka'nın gençliği genelde Bostanlı'da olur, birkaç tane bar tadında eğlence mekanı var... KSK Store'a uğrayabilirsiniz :)

Bostanlı'dan çıkıp Atakent'e doğru gittiğinizde sahilde Balıkçı Barınağı var, gidin oradaki Denizkent Cafe'de isterseniz çayınızı, kahvenizi, isterseniz biranızı için... Yaz sıcaklarında kavrulan evimizden kaçtığımız ilk noktaydı burası :)
 


Bu anlattıklarım sadece İzmir'in şehir merkezi, biz yerinde durmayan karı-koca olarak her haftasonu bir yerlere gittik. O yüzden devamı bundan sonraki yazılarda olacak... 

3 yorum:

  1. YAŞANACAK ŞEHİR İZMİR SAYENİZDE YAPTIĞIMIZ TATİL DE CABASI GÜZEL ANLAR UNUTULMUYOR

    YanıtlaSil
  2. tebrik ederim güzel bir yazı olmuş :)

    YanıtlaSil