Amsterdam

What happens in Amsterdam stays in Amsterdam (Amsterdam'da olan Amsterdam'da kalır) mottosuyla bir bayram arifesinde Sinem ve Çağlar İstanbul'dan, Umut ve ben de İzmir'den uçağa bindik. Amsterdam biletlerimizi 5-6 ay öncesinde almış ve çılgın planlara başlamıştık.
 
 
Böyle mis gibi havada yaklaşık 4 saat süren yolculuk sonrasında Amsterdam Schiphol Airport'a indik.
 
Amsterdam gezisi aslında Umut'un bana evlilik yıldönümü hediyesiydi ve 5. evlilik yıldönümümüzde Amsterdam'a ayak basmıştık. 
 
Havaalanı dışına çıktığımızda, Sinem çantasından ufak bir kek ile bir mum çıkardı ve evlilik yıldönümümüzü kutladık :))
 
 
Havaalanında toplu taşıma araçlarına binmeniz için gereken pass card'lar var ama bizim o gün yarım günümüz gittiği için sonra bakarız diyerek almadık bu kartlardan. 30-35 Eur civarlarında, "sonra bakarız" dediğimiz halde de almadık çünkü Amsterdam'ı sadece ve sadece yürüyerek gezdik. Hatta tavsiyem bir yere gitmek için herhangi bir araç kullanmaya gerek olmadığı yönünde ama biz otel konusunda da biraz şanslıydık açıkçası, çünkü Amsterdam'ın iki kilit meydanı Rembrandtplein (Rembrandt Meydanı) ve Dam Meydanı'na çok yakın bir mesafedeydi.
 
Otelimize yerleştikten sonra hadi Amsterdam'ın tadını çıkaralım diyerek döküldük sokaklara. Rembrandt Meydanı'nda bir kafeye oturup yemeğimizi yanına da biralarımızı söyledik. Biz kızlar olarak farklı birşeyler deneyip çilekli birayı tercih ettik. Soft bir tadı var, denenebilir :)
 
Hava şansımıza güneşli ve ılıktı. Üst üste giyinmek zorunda olmadığımız için hafif hafif takıldık :) Yemek sonrası Amsterdam denince akla ilk gelen yerlerden biri Red Light District'e doğru yürüdük, artık akşam da olmuştu zaten...
 
 
Öncelikle şunu söyleyeyim, Red Light District'i bilmeyen ya da en azından duymayan yoktur. Amsterdam'daki fuhuş bölgesi. 14. yüzyılda kadın arayışı içerisinde şehre varan denizcilerin talepleri üzerine kurulmuş. Polis koruması altında ve kameralarla izlenen bir bölge. Aklınıza kesinlikle iğrenç görüntüler gelmesin, gerçekten de taş gibi ablalar üzerlerinde seksi iç çamaşırlarıyla insanları çekmeye çalışıyor, hepsi camlı odaların içerisinde. Bu arada Red Light'ta fotoğraf çekmek yasak, olur da çekerseniz fotoğraf makinenize el konulabilir. Aman diyim, sadece hafızanıza kazıyın ablaları :)
 
Karanlık çökmeye başladıkça sıra sıra Amsterdam evlerinin kırmızı ışıklarla belirginleştiğini düşünün, güzel bir görüntü gerçekten ama inanılmaz kalabalık oluyor. Gezerken herhangi bir huzursuzluk duymanıza gerek yok, çünkü gerçekten hiç kimse birbirini rahatsız etmiyor. Bu durum sanırım beni en çok şaşırtan konu oldu Amsterdam'da. Red Light'taki özgürlüğün yanısıra esrarın da yasal olduğu Amsterdam'da, bu kadar serbestliğin içinde herkes sadece kendiyle ilgileniyor. Yerel halkında bile aman şuna sataşayım, laf atıyım gibi bir durum söz konusu değil.
 
Gelelim esrar konusuna... Biz turistler için bu hizmeti sunan Smokey ve Bulldog adında iki zincir var, herşey de bir beginner seviyesi. Öyle uçup kaçıp, kendinizi kaybetmiyorsunuz; çakırkeyif olmak gibi... Gitmeden önce biz de çeşitli hikayeler duyduk bununla ilgili, Şirinler'i göreni mi ararsın, kendini Superman zannedip camdan atlamaya çalışanı mı... Beginner seviyeyle bunların hiç biri rahat olmuyor rahat olun :)
 
Şimdi gelelim Amsterdam'ın diğer güzelliklerine ;)
 
Öncelikle Amsterdam'a giderken mutlaka yapılması gerekenler listesinin başında gelen "I Amsterdam" yazısı önünde fotoğraf çekilmek için Museumplein'e gittik. Burası Amsterdam’ın güneyinde yer alan müze meydanı, Amsterdam'daki en önemli 3 ana müze olan Rijksmuseum, Van Gogh Museum ve Stedelijk Museum burada yer alıyor. Sanata ilgili duyuyorsanız ve uzun kuyruklardaki bekleme sürelerini göze alabiliyorsanız, bu müzeleri gezebilirsiniz. İtiraf ediyorum, her ne kadar fotoğraflarımızı "müze bizim işimiz" diyerek paylaşsak da, bu müzeleri gezmedik :) Van Gogh müzesinde yer alan tablolar, Rijksmuseum'daki sanat ve tarihi eserler bizi pek cezbetmedi.
 
 
Bu arada "I Amsterdam" yazısının karşısında bir kafe var, ayıptır söylemesi biraz sıkıştığım için orada 50 cent verip lavaboyu kullanmak durumunda kaldım.
 
Bir gezi esnasında lavaboyu anlatmamın nedeni kapılarındaki yaratıcılığına hayran olmamdır. İlk olarak girdiğinizde ve kapıyı kapattığınızda, kapı bildiğiniz cam. Siz dışarıyı, dışarısı da sizi görüyor. Nasıl yaa diye şaşkın şakın bakarken, kapıyı kilitlememle birlikte cam bir anda buzlu cama dönüşüyor ve dışarıyla olan tüm bağlantı kesiliyor. Ekipteki herkese verdirdim o 50 centi gezinin sonunda :))
 
Amsterdam'da beni en çok etkileyen yer Anne Frank'ın Evi (Anne Frank Huis) oldu. Amsterdam'a gelmeden önce kitabını da okumuştum; kitabın her satırı, evi gezerken ayaklarımın altında çatırdayan tahtaların sesiyle birlikte göz pınarlarımda birikti hafif hafif. Kısa bir Anne Frank bilgisi geçiyorum hemen...
 
Anne Frank, II. Dünya Savaşı’nda ailesi ve kendileri gibi Yahudi olan başka bir aile ile birlikte iki yıl boyunca bu evde Nazilerden saklanmış ve o çatı altında yaşanan herşeyi günlüğüne yazmış. O zamanlar daha sadece 13 yaşında küçük bir kız çocuğu aslında. 2 yıllık saklanma sürecinden sonra 1944 yılında saklandıkları yerden çıkarılarak toplama kampına gönderilmiş ve orada hayatını kaybetmiş. Aileden geriye kalan Baba, kızının anılarını yaşatmak için günlüğünü kitap haline getirmiş. Kitabı da okuduysanız eğer, Anne Frank'ın evini gezdikten sonra, tüyleriniz ürperebilir.

Anne Frank Evi'nde biraz duygusal anlar yaşayabilirsiniz, o yüzden hemen neşenizi yerine getirecek bir yer söylüyorum... Pancake Bakery... Anna Frank Evi sağınızda, kanal solunuzda kalacak şekilde 10-15 dk kadar yürüyoruz, hemen sağ tarafta minicik bir kapı sizi mükemmel bir lezzete kavuşturuyor. Bildiğimiz pancake tatlı olur değil mi, burada dilerseniz tuzlu deneyebileceğiniz çeşitler de var. Yalnız boyutlar biraz büyükçe, açlık durumunuzu düşünerek karar verin, 1 tanesini 2 kişi bölüşebilir örneğin. Biz hem öğleni geçtiğimiz için, hem de Anna Frank Huis için yaklaşık 2 saat kuyrukta beklediğimiz için biraz acıkmıştık; aile başına 1 tatlı 1 tuzlu söyledik. Mmmmmm, kesinlikle tavsiye ediyorum :) Gitmeden dönmeyin, o kadar...
 
 
Heineken Experience... Amsterdam'da en çok eğlendiğimiz yerler listesinde ilk sıraya yerleşti diyebilirim. Girişte sizi bu çerçeveler karşılıyor, birkaç farklı versiyonu var. Giriş 17 Eur, girerken size üzerinde 3 düğmesi olan bir bileklik veriyorlar, bunların biri girişte hediye bardaklarınızı almanız için diğer ikisi de fabrikayı gezdikten sonra parti mekanında "Heineken Experience" yaşamak için...
 
Heineken Experience'ın bir diğer güzelliği de, fabrikayı gezdikten sonra ücretsiz kanal turu ile merkeze kadar gidebilmeniz...
 
 
 
 
Az önce "Çok Gezerken Çok Yiyen Bilir" grubuna Amsterdam'da en çok nerede eğlendiniz diye sordum... Sinem'den gelen yanıtı olduğu gibi aşağıdaki özet fotoğraflarımızla paylaşıyorum...
 
"Kesinlikle Heineken! tam bir experience olduğu için, tekne turunu kaçırıp elimizde biletlerle öylece kalakaldığımız için, kişi başı içki haklarımızı bitirip tekrar bira alabildiğimiz için, masanın üstünü çerez kalıntıları ile pislettiğimiz ve dj amcadan tarkan isteyebildiğimiz için, shoptan aldıklarımız yetmemiş gibi ertesi gün yine gittiğimiz icin, evimizde 2 tane tepsisi olduğu için :)"
 
 
 
 
Amsterdam'daki 2.mekanımız da Hard Rock Cafe :) Hard Rock Cafe'ye Bulldog'dan sonra gittik. Yalnız çakırkeyif olma anımız tam da Hard Rock Cafe'de bizi buldu, bizim için eğlence o anda başladı sanırım :) Son gün en sevdiğimiz yerler gezisini yaparken kahve içmeye yeniden gittik Hard Rock'a, bu da oradan bir "Hard Rock Ruhu" hatırası :)


Amsterdam'da gezmeye devam ediyoruz. Bu arada Amsterdam ile ilgili ufak bir bilgi... Amsterdam eskien bataklıkmış, bu evler demir kazıklar çakılarak yapılmış, her sene ufak kaymalar oluyormuş Amsterdam'da...Gezerken evlerin bir kısmının eğimli olduğunu görebilirsiniz. Ufak dükkanlarda kağıt külahlar içinde patates kızartması satıyorlar, yürürken yemek çok keyifli oluyor. Waffle'ı unutmayın :)
 
Şu hani tablolarda görürsünüz ya kanal önünde parketmiş haldeki bisikletleri, kanalların üzerinde bu görüntüleri her daim görebilirsiniz.  


Kanallar üzerindeki minik köprülerden geçerken, selfie'ler çekin... Bisikletlilere çok dikkat edin, zira Amsterdam'da öncelik yayalar da değil, bisikletlerde... Sizi ezip geçebilirler, zaten o kadar uzmanlaşmışlar ki, bisiklet kullanılırken whatsapp'tan yazışanı mı istersin, keyifle sigarasını tüttürenini mi :)  
 
Biz Amsterdam'da müze müze gezmek yerine, orda yaşıyormuşçasına gezdik ve gerçekten çok büyük keyif aldık. Dam Meydanı'nda oturduk, meydanı temizleyen amcanın hortumundan kaçtık, mis gibi kahvaltılar yaptık, eğlendik mi ne :))
 
Gezide Sinem'le benim görevlerimiz vardı. Sinem gideceğimiz yerleri belirleyip, bizi doğru yoldan götürmekle sorumluydu; ben de gittiğimiz yerlerde fotoğraf çekerek o anları ölümsüzleştirmekle... Çağlar'la Umut da tabi ki tüm bu gezinin finansal sponsorları... Amsterdam turundan geriye kalan bu güler yüzlü fotoğrafımız en büyük kazancımız... Bu ekip daha gezer, takipte kalın ;)

 
P.S. Gezide ve yazıda emeği geçen "Çok Gezerken Çok Yiyen Bilir" ekibi üyelerine teşekkürler, sizi seviyorum :)
 

1 yorum:

  1. :) okurken tekrar gitmis gibi eglendim. Supersin, eline saglik :) İyi ki birlikte gitmisiz, iyi ki deliler gibi yiyip icmisiz, iyi ki ucaga yetismek icin dakikalarca kosmusuz�� ben de bizi cok seviyorummm����

    YanıtlaSil